Dualite Dualite
8. YY da Padmasambhava-Guru Rinpoche’ye bir öğrencisi, Tibet de Dharma devrinin sona erip ermeyeceğini ve eğer sona erecekse, bunun ne zaman olacağını sorar. Guru Rinpoche’de şöyle bir kehanetde bulunur : Demir kuşlar Tibet’in gökyüzünde uçmaya başladığında ve demir atlar tekerlekler üzerinde koşmaya başladığında Tibetde dharma zamanı sona erecektir. O zamanlar geldiğinde dharma tüm dünyaya yayılacak, tibetlilerde karıncalar gibi başka yerlere kaçışacaklar… Böylece dharma kırmızı adamların topraklarına gelecek…

10 bin yıl önce Hindistan alt kıtasının kıtasal hareketle itmesi ile ortalama 4000 metre yükseklik ile Tibet, dünyanın çatısı haline geldi…  Dünyanın çatısı olduğu gibi, binlerce yıllık zengin kültürel birikiminin sonucunda bugün tüm insanlığa ruhsallık, tıp, ebebiyat ve sanatta büyük bir kültürel hazine sunmaktadır.

1959’daki Çin işgalinden bu yana içi boşaltılan, turistik bir meta haline getirilen Tibet, himalayaların öbür tarafında, Hindistanda Dharamsalada, sürgünde Tibet Hükümeti, Dalai Lama, Budist Manastırları ve yüzbinlerce Tibetliye ev sahipliği yaparak yaşatılmaktadır. Dharamsala bu misyonuyla bugün zengin Tibet kültürünün merkezi olmuştur.  Hindistan dışında da Çin baskısından kaçabilen Tibetliler 5 kıtada tüm dünyaya dağılmış, işgal öncesi Tibetdeki birçok ruhsal okul,   dünyanın değişik yerlerinde tekrar kurulmuştur. Günümüzdeki bu tablonun aynen Guru Rinpoche’nin 8. Yüzyılda söylediği kehanetteki gibi gerçekleşmesi tüyler ürperticidir…

Tibet’in geçiciliği kavrayan, içselleştiren bu bilgeliği,  binlerce yıllık ruhsal geleneklerinden kök almaktadır. En eski gelenek Bön olarak adlandırılan Tibet’in köklü manevi geleneğidir, Öğretileri Hindistanda Shakyamuni Buda’dan binlerce yıl öncesinde yaşamış, geçmiş zaman Budalarından Tönpa Shenrab Miwoche’ye dayanır.  8. Yüzyılda Hindistandan Tibet’e gelen, Guru Rinpoche ile Tibet, Shakyamuni Buda’nın öğretileriyle tanışmıştır. Tibet’in öz manevi geleneği Bön ile Hindistan Budizminin etkileşimi ile zaman içinde Tibet bilgeliğinin 5 ana okulu ortaya çıkmıştır.

Tibet Bilgeliğinde Beş Ana Okul

Tibet’te günümüzde varolan bilgelik okulları arasında Nyingma, Kagyu, Sakya, Geluk ve Bön bulunmaktadır. Bu beşi çok yaygın ve en çok kabul görmüş durumdadır.

Bön : ‘Bön’ kelimesinin anlamı ‘sınırsızlık’tır. Özünde, her şeyin içinde varolan gerçek yeralır. Zaman ve uzayı aşan bir gerçek. Her an ortaya çıkan mucizedir. Bön aynı zamanda Zhang-Zhung uygarlığının ve Tibet’in en eski kültürüne ait manevi geleneğidir. Bön geleneğinin kurucusu Buddha Tonpa Shenrabdı. Tonpa Shenrab’ın Bön metinlerine göre doğumu 18.000 yıl öncedir. Babası Mu klanından Gyalbon Thodkar, annesi Yonchi Gyalzhedma’ydı. Öğretileri ‘Yung Drung Bön’ ya da ‘Sonsuz Bön’ adını taşır. Bön Budizm öğretilerine göre hayatımızın amacı Buda Doğamızı açığa çıkarmaktır.  Varoluşumuzun köklerindeki bu doğamıza ulaşmak için üç kapı ; beden, konuşma ve zihindir. Beden kapısında dinginlik, konuşma kapısında sessizlik, zihin kapısında ise enginlik, Buda doğamıza açılan yollardır. Bön Budizm bu aydınlanma yolunda Dzogchen (Büyük Tamlık) pratiklerine vurgu yapar. Bazı kaynaklarda sadece dört okuldan bahsedilir ama 14. Dalai Lama, Yungdrung Bön okulunun Tibet Budizmindeki dört ana okuldan sonra (Gelugpa, Sakyapa, Kagyupa, Nyingmapa ) beşinci okul olarak (Bönpo, Bön Budist) tanınmasını da sağlamıştır.

NyingmaM.S. 810’da büyük usta Padmasambhava Oddiyana’dan Tibet’e geldi. Sam-yay-chim-pu’da bir çok tantrayı ve sekiz önemli mükemmeleşme yolu gibi pek çok sadhana’yı çevirdi. Büyük Gizli Vajra Aracı öğretisinin çarkını kral Tri-song-day-dzen ve onun yirmi beş bakanını da içeren bir grup için çevirdi. Zaman içinde hocadan öğrenciye aktarılıp dönüşerek gizli mantranın eski çeviri okulu Nying-ma ortaya çıktı. Bu geleneğin içinde de Dzogchen (Büyük Tamlık) öğretileri büyük öneme sahiptir.

KagyuM.S. 1012’de Marpa doğdu. Üç kere Hindistan’a gitti ve orada panditler Naropa ve Maitripada da dahil pek çok guruyla tanıştı. Önemli metinleri çevirip yorumlayarak Milarepa’ya (1040-1123), Gambopa (1079—1153) ve daha pek çok kişiye aktardı. Bu aktarım Kagyu Okulu olarak bilinir. Bu okulun Gamtsangpa, Drikungpa, DakIungpa ve Drukpa olmak üzere dört büyük alt okulu ve sekiz küçük alt okulu bulunur. Bu okul da Naropa’nın 6 yogası ve Mahamudra geleneği ve yogik pratikleri büyük önem taşır.

SakyaM.S. 1034’de Khön Könchog Gyalpo tarafından kurulmuştur.Beş Büyük Usta’nın (sa chen gong ma nam nga) silsilesinden gelen aktarımlar Sakyapa Okulu olarak adlandırılır. Lamdre, Sakya geleneğinin yüksek düzeydeki ve derinlemesine işlenilen öğretileridir.

Geluk: Vikramashila’nın büyük ustası, Atisha (982—1054), M.S.1039’da Tibet’e geldi sutra ve tantralardan oluşan önemli öğretileri yaydı. Kudon, çevirmen Ngok Lo-den-shay-rap, (1059—1109) ve Drom-donpa adlı ustalardan gelen aktarım silsilesi Kadampa olarak bilinir. Muhteşem Tsong Khapa 1357’de doğdu ve Kadampa silsilesini benimsedi ve metinlerin esas anlamları üzerine Lam Rim denilen bir teorik ve pratik sistem kurdu. Öğrencileri Gyeltsap(1364—1432), Kaydrup(1358—1438) ve diğerleri üzerinden gelişen aktarım silsilesi Gelukpa Okulu olarak bilinir. Dalai Lama aynı zamanda Gelugpa okulunun lideridir. Gelişmiş şefkat uygulamaları ile Erdem okulu olarak da anılır.

Bu okulların pek çok temel, yöntem ve hedeflerinde, Batıdaki bazı felsefe okulları gibi anlaşmazlık içinde olduklarını düşünmek yanlış olur. Bu okullarının arasındaki farklılıklar, bu yolu izleyen öğrencileri yönlendirmede kullanılan metodlar bakımından farklılıklardır. Terminolojideki küçük farklılıklar okulların ustalar silsilesine bağlı olarak farklı uygulamalardan kaynaklanır. Bu küçük farklılıkların dışında birçok pratikler bütün okullarda aynıdır. Buda Doğamıza ulaşmaktan ibaret olan esas son amaç bakımından sözkonusu sistemler farklılık göstermezler. Tüm okullar aynı Dharma Mudra dan (dharma nın 4 mührü) kök alırlar :

Dharma Mudra (dharma nın 4 mührü)

1. Süreksizlik gerçeği – Anitya

Öncelikle, parçaların birleşmesinden oluşan tüm fenomenler geçicidir. İçinde bulunduğumuz bina on yıl sonra burada olmayabilir. Belki yarın yanıp kül olabilir. Siz bir zamanlar on yıl daha gençtiniz. Daha önce yirmi yaşındaydınız, şimdi otuz yaşındasınız ve bazı kırışıklıklarınız bile olabilir. Bu tür sıradan geçicilik örneklerini hepimiz deneyimleriz. Ancak Budizm daha derinlere iner.  Parçaların birleşmesinden oluşan, yani pek çok neden ve koşula bağlı olan fenomenler, çok kısa bir zaman dilimi içinde değişir. Mahayana öğretilerinde parmaklarınızı şıklatmak için geçen sürenin 160 andan oluştuğundan sözedilir. Bu da algıladığımız her şeyin sürekli değiştiği anlamına gelir. Bu kadar kısa bir süre zarfında her şey değişmeseydi, bir saniyede, dakikada, saatte ya da bir yılda nasıl değişebiliridi? Bu yüzden her şey eskir, yaşlanır ve çürür.

Ancak bir sandalye gibi bir nesnenin düne kıyasla daha değişik olduğunu ne yazık ki farkedemeyiz. Neden? Çünkü an içinde sadece basit şeyleri algılarız. Eğer bir nehre ele alırsak, onu gördüğünüz anda değişir. Ancak onun geçen yıl gördüğümüzle aynı nehir olduğunu düşünürüz. Sandalyenin, anne ve babamızın, her şeyin aynı kaldığını düşünürüz ancak aslında durmaksızın değişmektedirler. Bilim insanları şeyleri çok küçük bir ölçekte gözlemlediklerinde de aynı sonuca varmıştır.  Arya varlıkları bir sandalye gibi, katı görünen fenomenlerin her an değiştiğini doğrudan gözlemleme yeteneğine sahiptir.  Süreksizlik –Geçicilik form varoluşunun temel doğasından kaynaklanır.  Ancak formların  bu doğasını gören, içsel farkındalık geliştiren, mutlu olmak için sıkıca dışsal formlara sarılmayı bırakabilir, Buda doğasının açığa çıkmasını sağlayabilir.

2. Acı Çekme/Tatminsizlik gerçeği – Dukkha

Dharma Mudra’nın ikinci unsuru parçaların birleşmesinden oluşan tüm fenomenler doğaları gereği acı çekmeyle ilişkilidir. Bu çok çekici görünmeyebilir, ancak Budist mantık bize şeylerin aslında böyle olduğunu ve bunu kabullenmemiz gerektiğini söyler. Burada ‘acı çekme’ büyük acılar çekmek, her an depresyonda veya mutsuz olmak anlamına gelmez. Daha çok, acı çekmenin nesnelerin doğasında bulunduğunu ifade eder. Örneğin, doğumlarından ölümlerine kadar tüm insanları düşünecek olursak, bütün hayatları boyunca ne için çalışmaktadırlar? Mutluluk. Neden üniversiteye gider, ev sahibi olur, aile kurar ya da çekici kıyafetler alırız? Mutluluk için. Hatta bazı ülkeler, bizim mutlu olmamız için, dünyayı daha iyi bir hale getireceklerini öne sürerek savaşlar açar. Ne yaparsak yapalım, nihai amacımız mutlu olmaktır.

Ancak ne yaparsak yapalım, mutluluğu kendi dışımızda bir yerlerde aradığımız sürece hiç birimiz tam anlamıyla tatmin olamayız ve sürekli, kalıcı bir mutluluğa ulaşamayız. İkinci Dharma Mudra işte bu durumda acı çekmenin şeylerin doğasında bulunduğunu söyler.  Ateşin içinde su bulunur mu? Okyanusun içinde ateş bulunabilir mi? Mutluluk isteği, yaptığımız her şeyde bizi teşvik eder – çok çalışmak, uyumak, dinlenmek için oturmak… Bazen biraz mutluluk buluruz ancak, Budistler bu konuda katıdır, bunu da acı çekme olarak tanımlarlar. Neden? Çünkü pahalı bir eviniz ya da güzel ilişkileriniz vb. olsa da tüm bu güvenilir bulduğumuz şeyler her zaman değişime ve yok olmaya mahkumdur, bu yüzden de sizi mutlu edeceklerinin garantisi yoktur. Budanın ilk dersini verdiğinde dediği gibi, “keşişler, hayat acı çekmektir.”

Ancak, iyi haber şu ki, Buda bu sözleri söyledikten sonra çekip gitmemiştir. Evet acı çekme her şeyin doğasında vardır, ancak bundan kurtulabilir miyiz? Düzeltilebilir mi? Buda, evet, bu durumdan kurtulmak mümkündür, demiştir. Bu konuda bir şeyler yapabilmemiz, çok büyük bir ihtimaldir.  Kurtulmak neden mümkündür? Çünkü acı çekme nedenlere ve koşullara bağlıdır, sonsuz değildir. Neden ve koşullara bağlı olmayan bir şey bulabilir miyiz? Sanmıyorum. Öyleyse, acı çekmeye yol açan neden ve koşullardan kurtulabilirsek, acıya son verebiliriz. Kabaca söylersek, aydınlanmadan anladığımız şey budur…

Ancak Buda bu noktada kalmamıştır. Acı çekmeye son vermek için 84.000 yöntem öğretmiştir. Gerçekten Buda’nın öğrettiği yöntemleri sınırsızdır, tıpkı duyarlı varlıkların sahip olduğu yetiler ve yetenekler sınırsız olduğu gibi. Ancak, hatırlamamız gerekir ki, Buda bize acı çekmenin kaynağını nasıl ortadan kaldıracağımızı gösterdiyse de kendi başımıza dinlememiz, okuyup yazmamız ve uygulama yapmamız gerektiğini vurgulamıştır. Ne yazık ki insanların kusurlarını bir anda yok ederek, onları Nirvana’ya ulaştıramaz. Bunu kendimiz yapmalıyız.

Kendimize karşı son derece dürüst olmak zorundayız. Nasıl hareket edersek edelim, her zaman düşünce ve duygularımız tarafından yönlendiriliriz, ne kadar soyut ve belirsiz olurlarsa olsunlar, bize ne yapacağımızı onlar söyler. Bu yüzden daha önceki bedensel, zihinsel ve konuşmaya dair eylemlerimiz tohumlar eker ve tüm kişiliğimiz, algılarımız, koşullarımız ve tüm hayat deneyimimiz bu tohumlardan ortaya çıkar. Bu eylemler de genellikle arzu, kaçınma vb. tarafından yönlendirilir. Böylece acı çekme ortaya çıkar.

3. Boşluk gerçeği – Shunyata

Buda’nın öğretileri daha da derine gitmektedir. Arzu, kibir ve kaçınma gibi duyguların etkisinde neden kaldığımızı araştırırlar. Aynı zamanda neden parçaların birleşmesinden oluşan fenomenlerin geçici olduğunu ve hayatın doğasında acı çekmenin varlığını anlayamadığımızı sorarlar.  Buda, kökenimizden ileri gelen bir cehaletin  sisi altında yaşadığımızı söyler.  Gerçekliğin asıl doğasını kavrayamadığımız için daha soyut ve ince şeyleri anlayamayız,  geçiciliği ve acı çekmeyi sadece basit biçimde anlarız.

Gerçekliğin asıl doğası, Budistlerin boşluk adını verdiği şeydir, boşluktan kastettikleri, tüm fenomenlerin ve benliklerin kendilerinden önce varolan fenomenlerden ve benliklerden bağımsız olarak var olmadığıdır. Ancak bu hiç bir şeyin var olmadığı anlamına gelmez. Her şey (kendimiz de dahil) nedenlere ve koşullara bağlı olarak, kendimizin de katıldığı bir neden sonuç zinciri içinde ortaya çıkar.

Öncelikle, Budizm’e göre algıladığımız nesneler kendilerinden önceki fenomenlerden bağımsız olarak var olmazlar.  İkinci olarak, “ben” öznesi de var olmaz. Örneğin siz, ben, bu sandalye var olmamaktadır. Kökenimizden gelen cahilliğimiz yüzünden bu şeylerin katı biçimde var olduğuna inanırız. Örneğin, sandalyeyi ele alalım: Tüm parçaları incelersek, bacaklar, çerçeve, kaplama, en küçük parçalara baktığınızda bir sandalye göremezsiniz.  Tüm bu fenomenleri bir araya getirip ona sandalye adını veririz. Sandalye bizim oturmamıza yarar ama yerde yürüyen hamam böceği onu tamamen farklı bir şey olarak görebilir. Çoğu insan onu sandalye olarak adlandırsa da, sandalye adını alan bağımsız bir varlık yoktur. Benzer şekilde “ben kimim” sorusunu ele alalım. Ben bedenim miyim, beynim miyim, düşünce ve duygularım mıyım, kolum ya da parmağım mıyım?

Tek, bağımsız veya kalıcı hiç bir şey bulamayız, sadece durmadan değişen fiziksel ve zihinsel görünümlerden oluşan bütünlüklerle karşılaşırız.

Eğer kökenimizden gelen bu cehaleti ortadan kaldırırsak, gerçekten var olmadıklarını bildiğimiz için bir düşmandan korkmayız, çünkü korkulacak veya öfke duyulacak nihai bir kimse yoktur. Eğer her zaman istediğimiz müzik setinin gerçekte var olmadığını bilirsek, ona yönelik tutkulu bir istek geliştirmeyiz. Düşüncelerimizin bile somut bir gerçekliği olmadığını bilirsek karamsar ya da kaygılı olmamızın bir nedeni kalmaz. Mantıksal akıl yürütmeye dayalı olsa da bu esaslı bir öğretidir ve anlaşılması çok kolay değildir. Ancak benliksizlik ve boşluğu kavradığınız zaman, her şey bir rüya ve zihnimizin asıl doğası olmaktan çok, bazı yansımaları gibi görünmeye başlar. Bir rüyada ne kadar acı çekerseniz çekin, önemli değildir çünkü uyandığınızda hepsinin bir yanılsama olduğunu anlarsınız.

Boşluğu gerçekten anlarsak, duygularımızın etkisinde kalmaz ve olumsuz karma yaratmayız. Karma yaratmadığımız zaman da daha önceki eylemlerimizin sonucu olarak, sonsuza kadar tekrar tekrar dünyaya gelmek zorunda kalmayız. Sanskritçede Samsara adı verilen döngüsel varoluşun kaynaklık ettiği acının kökünü kesmiş oluruz.

4. Nirvana gerçeği – Nirvana nihayi barıştır.

Dördüncü Dharma Mudra, boşluktan sözederken değindiğimiz, nirvananın aşırı uçların ötesinde olduğudur.  Birçok din ve ruhsal öğretide  asıl amaç,  gerçekten varolan ve tutunabileceğiniz bir şeye ulaşmaktır.  Nirvana tutunabileceğiniz bir şey değildir.  Daha çok yapay ve belirsizliklere yol açan her şeyi ortadan kaldırdığımızda ulaştığımız doğal, işlenmemiş durumdur.  Kökenimizden gelen cehaletin sisini ortadan kaldırdığımızda zihnin gerçekliğin doğasıyla aynı olan, açık gökyüzüne benzeyen doğası ortaya çıkar.  Bu içimizdeki Buda doğasıdır,  bu Nirvana’dır…

Kadim Tibet Bilgeliği içsel farkındalık konusunda bize sunduğu pratiklerle zamanın ve koşulların ötesinde, temiz bir yol gösteriyor ve  günümüz yaşamına da ışık tutmaya devam ediyor…

Tibet bilgeliği’nin temellerine giriş yaptığımız bu yazıyı  bir Tibet duasıyla bitirelim…

Formu olan her şey bir gün yıkılır…

Bütünlük halinde bulunan her şey bir gün dağılır…

Vızıldayan, dolaşıp duran sığınacak yer bulamayan arılar gibiyiz bu dünyada…

Onun için bu duayı adamalıyız:

Yanılgılar, Ay’ın dalgalardaki yansımaları gibi sayısızdır…

Varlıklar, kolayca karışıklık ve acının ağına düşerler…

Gökyüzü gibi engin bir şefkat geliştirebilir miyim?

Böylece hepimiz içsel farkındalığımızın parlak ışığına sığınabilelim…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili İçerik

Mandukya Upanişad

Māṇḍūkya Upaniṣad ( Sanskritçe : माण्डूक्य उपनिषद् , Māṇḍūkya Upaniṣad ) tüm Upanishad’ların en kısasıdır ve Atharvaveda’ya atanmıştır . [1] 108 Upanishad’ın Muktikā kanonunda 6 numara olarak listelenmiştir . [2] On iki kısa mısradan oluşan…